yazmam gereken 6876857686 tane essay, izlemem gereken 536 film ve okumak gereken 1 adet kitap var. 2 hafta içinde hem de. ingilizce bir essayi yazmamın 1 hafta olduğunu düşünürsek sıçtım. ve hala harekete geçmemem, inatla blog falan yazıyor olmam da bu konuda ne kadar tembel olduğumun kanıtı. prag'taki son haftalarım ve ben bu haftalarımı bilgisayar başında essay yazarak geçirmek zorundayım malesef. aslında türkçe olsalar, bitmişti bile(!) ingilizce olması daha bir üşendiriyor beni. ayrıca sonbahar nedeniyle günde 10 saat uyusam da her saatbaşı uykum yine geliyor. işte bu yüzden Amedeus'u bir türlü bitiremedim mesela. 3 saat film abi, benim izlmeme eşiğimin çok üstünde bir saat. Benim maksimum limitim 20 dakika (bir bölümlük Friends süresi) 21. dakikada çoktan uykuya dalmış oluyorum : / 3 saatlik filmi kaç gündür izlemeye çalışıyorum, çok da eğlenceli bir film ama hemen uykuya dalıveriyorum. sonra bir de kitap var. R.U.R (Rossum's Universal Robots), bu kitabı okuyup Çek tarihi ile ilişkilendirip 3 sayfalık bir essay yazmam lazım. Allahtan evdim kitabı (kitap dediysem aslında tiyatro oyunu), literatürde 'robot' kelimesi ilk defa bu eserde geçmiş. R.U.R'dan sonra robot kelimesini kullanmaya başlamış insanlar. Çok güzel cidden ama, sözlükle kitabın başına oturmaya çok ü-şe-ni-yo-rum.
bakalım burdaki notlarım ne olacak, geçebilecek miyim derslerden gerçekten merak ediyorum. geçmem lazım, zaten zar zor gönderdiler okuldan bir de orda başarısız mı oldun sen dedirtmek istemiyorum bir takım değerli(!) hocalarıma. (kızıl saçlarından sen sorumlusun) ama bir ders var ki, ondan geçebilmem hayatta mümkün değil, drop etme şansım var gerçi, ama drop edersem bu seferde 10 sayfalık essay yazmam gereken dersi drop'layamıcam. bu durumda panik olup hemen yazmaya başlamam lazım di mi, yok, ben şimdi küçük bir gezintiye çıkıcam. son güne kadar zaman var nasılsa ! ( bu nasıl bir mantık)
erasmus öğrencisi
28 Kasım 2009 Cumartesi
written by oğul. an: 16:12 0 reaksiyon
benimle aşık olur musun?
25 Kasım 2009 Çarşamba
bana öyle geliyor ki; yurda döndüğümde ilk gördüğüm kişiye aşık olucam. bu bir hostes olabilir, bir bagaj görevlisi olabilir ... bilemiyorum. bildiğim bir şey var 4 sene aradan sonra gerçekten aşık oğulcan'ı görmeyi özledim. artık hep sessiz sessiz sakin sakin söylüyor oğulcan şarkıları, bağıra çağıra nasıl şarkı söylenirdi unuttu. sadece bir kişiyle sevişmeyi istemek nasıl birşeydi hatırlamıyor. birisine sarıldığında içini ısıtan o duygudan uzun zamandır haber alamadı. çok seyrek birini sevdiğinden, sevdimi tam sevecek biliyor ama kendini kaybetmekten korkmuyor bu sefer. 4 senedir onu elegeçiren kariyer-akıl-mantık üçgeni bile izin verdi ona, aşık olsun azıcık sudan çıkmış balığa dönsün iyi gelir diyorlar. oğulcan'sa aşık olmadan önce belki de aşık olmayı yeniden öğrenmesi gerekiyor. çok uzun zaman geçti. insanın aşkı en deli dolu yaşadığı zamanlar 18-19-20-21 yaşları ... benim pas geçtiğim yıllar. pişman mıyım? hayır ama bir aşk molası vermek istiyorum. ve biliyorum sırf ben öyle istediğim için bir 4 sene daha böyle geçecek, saklanacak. ama aşkın bilmediği bir şey var, ben ebe olmayı hiç sevmem.
(ay yine rest çektim aşka, triplere gel, ebe olmayı sevmezmiş. ama haklılık payı var. bir kaç dakika önce hayatımdaki en büyük (tek taraflı) aşk hikayesinin kahramanına mesaj atacaktım dinlediğim şarkıların* etkisiyle. ''ne vefasızsın sen, insan bir sorar nerdeyim, nasılım, iyi miyim'' temalı. fakat o kadar kolay oldu ki 'cancel'a basmak. o kadar kolay oldu ki ''olmasa da olur'' demek. yıllar önce okuldan sonra eve gittiğimde onu aramamk için elinin her yerine ''onu aramıcaksın, aramamalısın'' yazan ama buna rağmen yine dayanamayıp onu arayan ben miyim dedim. oğulcan'ın bu yeni hali nasıl aşık olacak hiç bilemiyorum. neyse bir 4 sene sonra görürüz belki)
*senin tenin sıcak
benim içimde bir kedi
yumdu gözlerini: ''işte aşk '' dedi
Bülent Ortaçgil, teninle konuşmak
written by oğul. an: 03:47 1 reaksiyon
korkunç tilbe
nerden aklıma geldi bilmiyorum ama ben yıldız tilbe'yi çok seviyorum. çok doğal, çok esaslı buluyorum. hakkındaki şehir efsanelerine bayılıyorum. hani sezen aksu'nun üzerine jeep sürmüş ya... yapmıştır :) ellerine sağlık. sezen aksu'yu öldürse ne komik olurdu ama. bi rivayete göre de sezen aksu barındırmamış yıldız tibe'yi müzik dünyasında. kendi söz ve müziğini yapan başka bir şarkıcı yoktu o zamanlarda, bir tek sezen vardı. bir tane daha olmasını istememiş, yıldız kontrolden çıkınca da, o herzamanki önemli bağlantılarını devreye sokmuş diyorlar. ama pek susmuşa benzemiyor yıldız. tamam belki bir star değil ama hala var. kaç kez düştü, dibe vurdu, pavyonlardan yükseldiği sahnelerden yine pavyonlara düştü bir ara, ama toparladı, sonra yine bozdu... bir şekilde savaşını devam ettiriyor hep, arkasını kimseye dayamadan. yıldırım türker gibiler sevmez yıldız tilbe'yi, fazla lümpen gelir ona, ertuğrul özkök'se o meşhur i-pod'unda norah jones'a yer bulur, lady gaga'ya yer bulur ama yıldız'a bulamaz. gençler ise arabesk derler, yıldız tilbe dinlemeyi ismail yk dinlemekle eş tutarlar. bu yüzden kimse önünde saygıyla eğilmez. ama aslında en çok saygıyı yıldız hakeder. kendi olduğu için, rol yapmadığı, kaç kez düştüğünü unutup her seferinde doğrulduğu için, el adamı* diye bir şarkı yaptığı için.
keşke yine eskisi gibi şarkılar yapsa, söylese. biz de dinlesek, yeni nesil de yıldız tilbe'nin dalga geçilecek bir figür olmadığını bilse. ama yok yapmaz, içinden gelmiyorsa artık yapmaz. ben ve benim gibiler de eski şarkılarını açarız bir gece, dünyanın neresinde olursak olalım efkarlanırız.
yıldız tilbe'yi bu kadar çok sevmem, belki de hayatımın hatırladığım en güzel günlerine eşlik etmesinden. ilkokuldayım, ilkokul 3. sınıftaydım. annem çok çok hastayken kaldığım ''anneannem ve kızları'' evinden sadece bir kız kalmıştı. en deli olanı:jale. benim favori teyzemdi. cuma, cumartesi günleri onda kalırdım. süper baba'yı izlerdik atv'de, sonra da meltem cumbul bir show yapıyordu taklitler falan ( meltem cumbul o zamanlar şimdinin ece erkeni gibi birşeydi, londralı takılmıyordu) teyzemin arkadaşları geliyordu, biz onlara gidiyorduk. ilkokulda bekar gençlerin hayatlarının içindeydim. pek bir havalı, pek bir çılgın bulurdum hayatımı o zaman. teyzemi süper babadaki elif'e, kendimi de zeytin'e benzetirdim. o zamanlar beyoğlu'nu bilmezdim ama ikimizi en çok beyoğluna yakıştırırdım, şimdi nedense bir tuhaf baktığım arka sokaklarına. çılgındı benim teyzem, saçını falan kazıdığı için, kendi kendine dövme yaptığı için, yalnız yaşadığı için hep hayranlık duyardım ona. bana aksoydaki o minik evin minicik mutfağında yemek yaparken yıldız tilbe'nin aşkperest albümü çalardı. (yıldız'ın pop söylediği son albüm) ikimiz var gücümüzle şarkılara eşlik ederdik. a bre oğlan daha 9 yaşında ne diye içli içli söylerdin ''dayan yüreğim dayan gün gelir acılar ezberlenir, iyileşir zamanla yaran''
zaman çok çabuk geçiyor. teyzem evlendi, çocuğu var ilokula gidiyor, artık hiç çılgın değil. yıldız epey değişti, şarkı sözleri tuhaflaştı, yaşadığı aşklar arabeskleşti ve o ne yaşadıysa onu yazdı. ben de 9 yaşında değilim, 22 olucam yakında. sık sık 9'a eksilmek isteyen bir 22. dönmek imkansız tabi ama o günleri yaşatmak mümkün. işte bu yüzden her zaman bir şeyin hayalini kurmuşumdur. pek kimse bilmez ama ben büyüyünce, büyük adam adam olunca o evi alıcam ve o evden yine yıldız şarkıları yükselicek.
*saçlarımın boynuna geçti ipek sicim
gömleğinin bir kolunu darağacı belledim
bir ucu sen paslı makasın bir ucu bendim
sığ yüzüne kapattığın saçlarımı kestim
nokta
ps: Yıllar önce Sezen Aksu, show'unda Yıldız'ı konuk etmiş. Ama ona Tilbe diye hitap ediyor. Belli ki yüce kraliçe(!) böylesini uygun görmüş. Aralarındaki yapay sohbet izlemeye değer :) Sezen Aksu'nun aslında antipatik bir insan olduğunun kanıtı ! :)
written by oğul. an: 00:50 1 reaksiyon
baş harfi sen
24 Kasım 2009 Salı
az önce bahar aylarında istanbul'da çekmeyi planladığım kısa filmimin zaten daha önce çekildiğini öğrendim. daha doğrusu filmin ana teması yurdumun pek popüler şahsiyeti Kenan Doğulu'nun klibinde daha önce kullanılmış. tema da şu: maske! ben de acaba bu filmi çekersem kendimi bir nevi tekrar etmiş olur muyum? zaten aylin için yaptığım videoda kullandım, e bir de kısafilm'de kullanmaya gerek var mı, ay acaba insanlar ''bu çocukta iyiki bir fikir buldu, her yerde bunu kullanıyor'' derler mi diye tasalanıp duruyordum kaç gündür. sonra bu fikrimi burda fikirlerine güvendiğim arkadaşlarıma sordum, beni mutlu eden feedback'ler aldım. bir de gizem'e danışayım dedim bu akşam.
O: Gizem, maskeli bir kısa film çeksem kendimden kopya çekmiş olur muyum ? İnsanlar bişi der mi ?
G: Kendinden değil ama Kenan Doğulu'dan kopya çekmiş diyebilirler.
DA DAN DA DAN DA DAN !
Suratle youtube'a girdim ve klibi izledim. Aman Tanrım! aklımdakilerin hemen hemen aynısı gerçekten. o an kenanın o pişmiş kelle misali yüzünü yumruklamak istedim. işin tuhafı ben nasıl bu klibe denk gelmedim. demek ki neymiş? pekala olabiliyormuş, o an sadece senin aklıma geldiğini sandığın şey, pekala daha önce yapılmış olabiliyormuş. bir de bugün Mustafa, ''konunun başı güzel de sence bu maske olayının suyu çıkmadı mı, daha önce hep kullanıldı'' dediğinde, bilmiş bilmiş ''kullanılmış olabilir ama politik anlamlarda mesela, çıkarın o maskeleri efendi, ya da maske personayı analttııjhbfbhfxx876x9x8yx....error...error....error!
Çocuk haklıymış valla, böylece çekmeden bir senaryoma veda ettiş oldum. Zaten kuşkularım vardı. Ömrümün sonuna dek hep laylaylom popcorn filmler mi çekicem ben diye düşünüp üzülüyordum. Bir an Kürt Sorunu ya da Ermenilerle ilgili bir film çekeyim dedim, sonra ''Yok o Sezen Aksu''nun işi deyip vazgeçtim : ) Sonra travestilere, hakkı yenen doğulu halka yöneleyim dedim, ''E onu zaten Mahsun yapıyor'' Ama en azından ay aşk bana gelmiyor, ben gideyim bari o zaman cavcavlığına kapılmıyor. Bu sabunköpüğü fikirlerinden başka şeylerin aklıma gelmemesinin tek bir sebebi var: Okumamak! Kitap okumamak, gazete okumamak, dergi okumamak. Burda bu konuyla ilgili bir şey yapamam (vaktim yok, bi de kağıda dokunmak istiyorum) Ama döndüğümde bu eksikliğimi tez elden gidermeye çalışıcam. İnsanlığa dair yeni açılımlar yapmayacağım kuşkusuz filmlerimde, ama en azından filmin söylecek bir sözü olmalı, ve bunu çok iyi söylemeli.
written by oğul. an: 21:21 0 reaksiyon
bir kulunu çok sevdim, o beni hiç sevmiyor
13 Kasım 2009 Cuma
bi'de beni aşk düşmanı olarak görürler. tamam bence aşk çok gereksiz ve vakit kaybı ama bazı aşklar var ki; sonuna kadar arabeskleşip bütün anını onunla geçirmek istersin. hatta sürekli üstünde olsun, tenine adeta yeni bir ten eklenmiş gibi hissetmek istersin. ama ne var ki, o seninle aynı hayalleri paylaşmaz, gözü yükseklerdedir. daha zegin birine yar olmayı kafasına koymuştur. kendini bulunmaz hint 'kumaşı' sanır. sonuç? ona sadece uzaktan bakmakla yetinirsiniz. ama bir gün, bir gün o benim olacak dersiniz, kısık sesle, kendinizin duymasına fırsat vermemek için.
written by oğul. an: 02:20 1 reaksiyon
can you speak English? no baby, no baby
18 Ekim 2009 Pazar
İngilizce ve Oğulcan !
Kesinlikle bu erasmus hede hödösünün en flaş ikilisi! Benim gibi 7/24 konuşma potansiyeli olan birisinin, kendini istediği gibi anlatamaması, ifade edememesi ne büyük dertmiş! Bence Tanrı beni cezalandırıyor. Burak geçen gün bu konuyla ilgili şöyle bir yorum yaptı: ''Ne güzel hayatım, böylece hayatta aslolan şeyin her zaman konuşmak olmadığını, bazen dinlemek de olduğunu anlamışsındır umarım'' Koptum, dünyanın en komik ve doğru yorumuydu : )
Konuşamamak hadi yine bir derece, iyi-kötü anlatıyorum derdimi, ama anlayamamak, işte o daha kötü. İşte geldiğimden beri İngilizce ve benim aramdaki ilişkiden anekdotlar:
- Dönüp bakınca, ilk hafta pek bir güzeldi. Çünkü ortaokulda öğrendiğim kalıplar işe yarıyordu. (bkz. where are you from, how old are you) Ama haftalar ilerledikçe muhabbet de derinleşmeye başladı. Entellektüel sinema muhabbetleri, aşk-meşk ilişkileri, erasmus dedikoduları falan derken kullandığım kalıp sayısı 3'e düştü. 1- yes (ne yes'i hatta yeah) 2- ok 3- I could't understand, can you repeat
-İnsanlara bok atmada pek bi becerikliyimdir ama atamıyorum bu insanlara geneli çok şirin bence. Ama işte samimi arkadaşlıklar kuramıyorum nedeni tabiki de ingilizce. Ben zaten hiçbir zaman konu açan insan olmuyorum ünlem cümlelerimle. İnsanlar benle sohbet etmeye geliyorlar, o an için önemli bir anı/olay anlatıyorlar. Buraya kadar süper, erasmuscan'lar benimle birşeyler paylaşmak istiyorlar. Ama ben de karşılığında birşeyler söyleyebilmeliyim ki sohbet aksın di mi? Benim tepkim ''Ouuv ahh, ok'' olunca, insanların bir şey anlatma hevesi kayboluyor ve bir diğer erasmuscan'a doğru yola çıkıyorlar : )
-Derslerde durum daha trajikomik bir hal alıyor. Geçen gün bir derste hoca yine çok önemli şeylerden bahsederken, dedim ki ''Yok Oğulcan, bu sefer ders sırasında pencereden gölü izlemek yok, konsatre ol, anla adamın söylediklerini'' Bu kararıma çok sadık bir şekilde dinleyip notlar alıyordum. Sürekli bahsi geçen bir olay vardı. ''förstvolvar'' İşte bu olay yüzünden Çekler çok etkilenmiş, bu elbetteki sinemaya da yansımış falan filan. Ben elbetteki bu mühim olayı ''1. Wall War'' olarak pek başarılı bir şekilde algıladım, savaşın ne kadar kötü bir şey olduğuna dair dersler çıkardım :) Bir yandan da hafızamı yokladım. Birinci duvar savaşı ne yahu, hiç duymadım. Ama yaratıcı yönüm hemen tahminler yürütmeye başladı: Almanların Çekoslovakya üzerinde etkileri büyüktü, asker çıkarmalar, himaye altına almalar , e işte Almanya'da da önemli bir duvar var, ah o duvar yüzünden kaç kişinin canı yandı'' diye tam bağlantı kurmuşken hocanın ''2. Wall War'' demesiyle ortadaki ''wall'' kelimesinin ''world'' olduğunu anladım mutlu oldum, tarihte 1. ve 2. duvar savaşı yokmuş meğersem. ama n'apıyım telaffuzları çok benziyordu : )
-Yine ders sırasında bazı 'sence of humour' yönü pek bir kuvvetli olan hocalar hiç beklenmedik anda bir espri patlatıyorlar, ve sınıf kopuyor. Ben de asla neye gülündüğünü anlamasamda o kadar içten gülüyorum ki bazen ben bile inanıyorum kendime.
-İngilizce konuşmada elbetteki ilk haftalara göre daha iyiyim. Ama ingilizce konuşurken çok yoruluyorum. Çünkü her defasında ayrı bir canlı performans sergiliyorum. Dilimin yetersizliğini beden hareketlerimle kapamaya çalışmaktan, konuşma sonunda bitkin düşüyorum. O kollar, eller, mimikler çıldırıyor ben ingilizce konuşurken :)
-Bir de aksanım var tabi. (Yaaa, ne sandınız) Sit-com aksanı adını taktım bu aksanıma. Çünkü hayatım boyunca en çok inglizce konuşan insanlar belli bir süre sonra arkadaşım olduklarını zannettiğim sit-com karakterleri oldu. Hele bir ''donçyounaaoow'' deyişim var ki aman allah! Ha bir de Rachel gibi ''you know what'' demeyi seviyorum. Henüz Joey gini ''howyoudoing'' safhasına gelmedim ama yakındır.
-Geçen gün bir arkadaşımla bir bara gittik. 10 sene yurtdışında kalsam mümkünü yok o aksanı anlayamazdım. Gece boyunca - ki bu 5 saate tekabül ediyor- birbirimize sürekli birşeyler söyleyip durduk, güldük, eğlendik. Ama onun anlattığı hiçbirşeyi anlamadım, ki o da asla anlamadı. Bunu test etmek için bazen konunun tamamen dışında şeyler söyledim. Mesela Prague'taki mağazalardan bahsederken, bir anda derslerimin çok zor olduğu ile ilgili bir cümle kurdum. Ve pek samimi dostum bu söylediğime yine ''Ah oh okes'' deyip gülerek başını salladı, tıpkı daha önce kurduğum bütün cümlelere yaptığı gibi. Bozmadım, biz öyle mutluyduk.
-Ay bir de bazen inglizce espri yapmaya çalışıyorum ya, çok üzülüyorum kendime : )
written by oğul. an: 14:44 2 reaksiyon
albertov
Bir şehirde bir aydır kalıyorsanız, artık kendi rutininizi bulmuşsunuz demektir. Rutin kelimesi başta sıkıcılığı anımsatsa da, bence bir yerde gerçekten yaşamaya başlamanın belirtisi. Elbetteki yurt, hostel gibi yerler yerine kısa süreliğine de olsa insanın bir evi olması, insanı daha ait kılıyor yaşadığı yere. (bkz. cihangir'deki evim gittikten sonra İstanbul'a düşman kesilmem) Burada alsında o kadar güzel evler var ki. Bazen akşam yürüyüşe çıktığımda alt katta olan evleri gözlemliyorum/gözetliyorum. Son derece bohem dekarasyonlarıyla beni benden alıyorlar. Bizim evimiz asla böyle değil tabi, daha çok bir otel odası kendisi. Ama bir kaç ay için idare ediliyor pekala. Ben yerini/muhitini pek bir seviyorum. Şehrin merkezinde değil ama, tramvayla merkeze gitmek 5 dakika, okula gitmek 7 dakika. Adamlar ulaşım olayını çözmüş abicim, ne de olsa Avrupalı : ) Bu da benim burdaki minik dünyam.
bu benim odam, evet yine çatı katı :)
minik penceremin gördüğü manzara
işte albertov residence(!) malesef bizim pencere gözükmüyor, malum çatı katı
apartmanımızın önündeki tramvay durağı, tramvay beklerken her gün klip çekiyorum burda : )
Bu benim her gün okula/merkeze gitmek için bindiğim tramvay
ben tramvay'la ulaşımı sağlarken, bazı insanlar başka taşıtlar tercih ediyor tabi :)
written by oğul. an: 13:49 2 reaksiyon
cümle içinde kullan: prague
yıllık izninin bir bölümünü kullanan yazar
11 Ekim 2009 Pazar
kendimi yeni romanını yazmak için başka şehirlere kaçmış bir yazar gibi hissediyorum.
written by oğul. an: 15:12 2 reaksiyon
cümle içinde kullan: prague
prague'ta sonbahar*
Yağmur yağıyor, kereta pek keyifli yağıyor.
Çok sıcak, tatlı bir kafedeyim.
Tuhaf bir şekilde burada oturan herkes çok mutlu.
Fotoğrafını çekip paylaşmak isterdim ama insanların huzurunu bozmaktan çekiniyorum.
Biraz fazla köpüklü olsa da cafelatte'mi içiyorum.
Haftaiçi okulda duydugum bin beş yüz çek yönetmen hakkında birşeyler okuyup, arkadaşlarımın yolladığı mesajlara yanıtlar yazıcam.
Sonra bir de yeni sonbahar şarkıları keşfedicem.
Ben daha önce Prague'ta hiç sonbahar yaşamamıştım.
Ve yine ben uzun zamandır bu kadar keyifli bir pazar yaşamamıştım.
*ceren'e sevgiler
written by oğul. an: 13:09 2 reaksiyon
cümle içinde kullan: prague
madem erasmustayım...
23 Eylül 2009 Çarşamba
evet erasmusa geldim evet yabancı bir ülkedeyim ve evet bir blog'um ve facebook'um var. ne yapacağımı bilmiyorum ama neler yapmayacağımı çok iyi biliyorum : )
1- Madem erasmustayım ve hem de Prag'a geldim niçin hemen fotoğraf çekilip facebook'a koymuyorum.
bu işe çok gülüyorum ya. bir görmemişin hali söz konusu sanki. fransa'ya mı gittin hemen eiffel'in önüne, italya'ya mı gittin hemen pisa kulesi'ne git fotoğraf çekil. öyle fotograflara denk geldim ki adam yediği mcroyal menunun fotografını çekmiş koymuş. e aynısı türkiye'de de var : ) hamburger yani ne kadar farklı olabilir ki. hayır bir de öyle bir dönem ki bu, tanıdığım herkes hemen hemen erasmusta. herkes başka bir ülkede okucak bir dönem, yani avrupa'ya açılan çılgın türk triplerine girip bunu an be an belgelemek ve hatta sergilemek komik yahu.
bir kültür elçisi sanmak kendini. sanki türkiyeden o gittiği ülkeyi tanıtmak, fotograflarla oranın turistik yerlerini biz halka aktarmak için gönderilmiş bir kültür bakanı.
elbetteki benim de fotograflarım olacak ama ben kendi adıma ''an'a tanıklık eden, ruhu olan'' fotografları tercıh edıcem. yoksa öbür türlüsünü herkes google images'tan bulur : )
2-Madem erasmustayım niçin erasmuslu arkadaşlarımla takılıp sürekli bira içmeyim ki.
içmem. içerim de abartmam. çünkü bira sevmem. ne gerek var göbegimi daha da buyutmeye. hem zaten daha tanısmadıgım erasmuslu arkadaşlarımla(!) anlaşamayacagımdan adım kadar eminim. yeah I am still fuckin'cool teenage boy : )
3- Madem erasmustayım niçin blog'uma bir Prague Guide'mışçasına yazılar yazmıyım.
yazmam. yazamam çünkü, çok sıkıcı. burada kaldığım süre içerisinde eminim ki burada görmediğim bir sürü önemli müze, saray, han, hamam olacak. ben sevmiyorum turistik gezileri. o şehri hayatın günlük akışında yaşamayı seviyorum. hım bir de küçük bir detay, anlatsalar da o kadar çok şeyi ingilizce hayatta anlayamam sanırım, şimdilik!
4-Madem erasmustayım neden yabancı birine aşık olmuyorum.
olmam. Kendi yurdumda vatanımda olamadım burda mı olucam. Sonra arada yollar, gitmek, gelmek. Böyle detaylar içerdiği için ilişkiyi dünyanın en tutkulu ilişkisi sanmak... Hiç gerek yok
5-Madem erasmustayım neden döndüğümde ben aslında avrupa'da yaşamak istiyorum tribine girmeyeyim ki
girmem. çünkü başından bile bile gittim, bu sürecin sınırlı ayları kapsadığını biliyorum. hem zaten çoğu kişi erasmusa gidiyor. özel değilim yani. kimse değil : ) O yüzden döndüğümde ''Siz türkler'', ''Ah ben Avrupalardayken'', ''Yapamıyorum bu ülkede yapamıyorum'' sözlerini kimse benden duymayacak. Erasmus depresyonunu kimi insanlar tarafından haklı gerekçeleri olabilir ama ben başıma geleceğini pek sanmıyorm. aslında kendime Efecan'ı örnek alıyorum, örnek almıyorum da çok takdir ediyorum. tanıdığım en aklı selim, en keyifli, bu zamanı en faydalı geçiren kişiydi kendisi. umarım benim de zamanım aynı tatta geçer
to be continued !
written by oğul. an: 10:34 3 reaksiyon
cümle içinde kullan: prague
how I met your Prague
Herşey lise yıllarında herkesin kendine bir ülke seçip ona tutku duyma trendi ile başladı. Elbette ki bu trendi benim gözümde Ezgi başlatmıştı. Finlandiya'ya gitme, orada yaşama tutkusu bende bir özenti yaratmıştı. Ben de kendime İzlanda'yı seçtim. O zamanlar Bjork dinliyoruz tabi. Gülben Ergen'den Bjork'e geçmek biraz sancılı ve şizofrenik bir durumdu:) Ama elbette ki çok kısa bir süre sonra İzlanda'da sıkılacağımı farkettim. Ben de yeni ülke arayışlarına girdim. O sıralarda Pelin de macera dolu Amerika'ya gitmişti. Benim de tutkuyla bağlandığım bir ülke olmalıydı. ''Sırt çantamı omzuma takıp umarsızca yollara düşmeliydim.'' ( ah şu ergenlik) En sonunda kendime Prag'ı uygun gördüm. Nerden, nasıl hiç hatırlamıyorum. Sanırım telaffuzu çok hoşuma gitti. öss sınavının benim için bir hezimetle sonuçlanmasının ardından babam bana bir jest yaparak beni o çok sevdiğim Prag'a tatile göndermeye kaar verdi. Ancak o zaman avrupa birliği ütesi olmayan çek cumhuriyeti babamla aynı fikirde değildi. vize alamadım. ergneliğinin son demlerini yaşayan oğulcan tripten tribe girdi tabi.''zaten bu dünyada herşey bana karşı'' diye. Sonra üniversite, istanbul derken arada kaynadı. Kaynamadı da içe atıldı. Sonra doğumgünümde Cansu ( ah cansu ) bana süper bir hediye verdi. Eski tahta bir valiz ve içinde prag'a dair bir sürü şey. Afişler, broşürler, sergi biletleri, harita, kronlar, daha neler neler. Kimse bilmez ama ben o valizi aldıktan sonra iyiden iyiye kafaya koydum gitmeyi. Cansu'nun hediye ettiği valizi epey ödevlerimde kullandım bu arada. Hazırlıktayken Prag sunumu yaparken, 2. sınıfta title sequence çekerken. Ama en güzeli bugün yolumu Cansu'nun hediye ettiği valizin içindeki harita ile buldum. Mutlu oldum.
written by oğul. an: 10:13 1 reaksiyon
cümle içinde kullan: prague
sonbahar arkadaşları
11 Eylül 2009 Cuma
yabancı müzikte asla iddiam yoktur. ama son zamanlarda gerçekten içimden türkçe müzik dinlemek gelmiyor. bir gün bunun olacağını biliyordum. bir gün gerçekten yabancı müzik dinlemek isteyeceğimi biliyordum. ergenlik dönemimde '' ben türkçe müzik dinlemiyorum yalnıııııız'' triplerine girip rol yapmama hiç gerek yokmuş : )
seviyorum artık, hem de gerçekten içimde öyle geliyor.
hatta bazı grupları o kadar çok seviyorum ki, yeni albüm yayınlayacaklarını öğrendiğim zaman seviniyorum bile. (bu duygu sadece ezgi'ye has sanırdım. çünkü bizim çevrede yabancı müzik dinleme özelliği ona aitti) 5 yıl aradan sonra Kings of Convenience yeni albüm çıkarıyor. (ne kadar ben yabancı müzik dinliyorum artık abi desem de hala 'convenience' yazarken zargan'a giriyorum. türevleri için bkz. convinience, convence, convience...) bu muhteşemlerin albümünden ilk şarkıyı ( mrs. cold )en sevdiğim ay olan eylülde dinledim. öyle pek zevkten dört köşe olmadım ama albüm için umutla doldum. albüm tam da ben prag'ta iken çıkacak, yani ben albümün şarkılarını herşeyden çok uzakta, belki de olmak istediğim yerde ama kesinlikle yalnız dinleyeceğim. sonbahar'da verilebilecek en güzel hediyeydi bu. depresif bir kişiliğim olmamasına rağmen seviyorum eylülde depresyona girmeyi, çok kaliteli oluyor çünkü. sırtta depresyon hırkası, kulakta illa ki kings of convenience şarkıları ( özel bi'tercih yapmka gerekirse know how) bence bu muhteşemler sayesinde depresyonun kalitesi kesinlikle artıyor. ben de en kısa zamanda artık prag'a gidip hayatımın en zevkli depresyonunu bu muhteşemlerle geçirmeye hazır hissediyorum artık
kendimi.
ps: albüm kapaklarını çok ama çok beğendim. günün en sevdiğim saati; akşam üstü. bir naiflik, bir huzur. son 1 ayda biri ruh halimin fotoğrafını çekmek isteseydi, pekala bu fotoğrafı çekebilirdi. kendimi erlend'ın yanına ışınlamam ya da photoshop'lamam an meselesi : )
written by oğul. an: 17:00 2 reaksiyon
yeni yayın dönemi
canım yeniden yazmak istedi. bu kişisel blog olayının en güzel tarafı canın istediğinde yazmak/yazmamak. belki sonra yine istemez, üşenirim. daha sonra herşeyi ama herşeyi yazasım gelir. bilmem. sonuçta bir gazeteye ya da dergiye günlük yazı yetiştirmiyoruz ya. büyüdükçe ''canın istediği şey''leri yapma konusunda daha da özgürlüğünü kaybediyor ya insan, en azından bu kalsın diyorum ben.
written by oğul. an: 16:51 0 reaksiyon
ama ben hiç intihar etmem ki
27 Nisan 2009 Pazartesi
hırslı bir insanım. ama hiç bir zaman hırsım beni olumsuz etkilemedi. çünkü doğru yönettim,doğru yönlendirdim. öyle tehlikeli bir şey ki aslında! bazen itici bir egoya, bazen de kompleksli bir acize dönüştürüveriyor insanı. ben bu ikisinin ortasında kendi çapımda bir denge tutturdum. bu yüzden ne çok üzüldüm ne çok boşverdim. ama içte yaşananlar dışarı her zaman öyle yansımıyor muhtemelen. bu yüzden içinde kötü niyet barındırmamasına rağmen eleştiri dozu ağır ve saçma sözlere karşı tepkim oldukça sert oluyor. içinde haklılık payları olduğu için değil, beni hiç mi tanımadıklarını düşündüğüm için. böyle sözler beni gaza getirmenin aksine şevkimi kırıyor, yapmadıklarıma üzülmek bir yana, yapacaklarımdan cayıyorum.
ben buyum, bu kadarım ama her gün dünden farklı olmaya çalışıyorum. bu gelişim/değişim belki yavaş, belki tutuk. ama tutturdum bir tempo kendi halimde ilerliyorum. elimden geldiğince, gerçekten daha fazlası değilim. işte o yüzden kimsenin başarısı yüzünden azap verici acılar yaşamam ben. küçük bir parça bulurum kendime göre, harmanlarım içimdekilerle şevkimi arttırır, yoluma devam ederim. yine böyle bir dönemdeyim iyi-kötü birşeyler var aklımda, ben bunları yapmak isterken, böyle cümleler duymak beni çok üzüyor/sinir ediyor. bi de en yakınından duydun mu, of daha da kötü. gitti içimdeki tüm heves.
gelir belki sonra.
written by oğul. an: 22:23 4 reaksiyon
emrah koş egonu sikiyorlar!
24 Nisan 2009 Cuma
flaş, flaş, flaş! eski sevgilim beni msn'inden engelledi : ) ve benim buna verdiğim tepkinin bir ortaokul çocuğunun verdiğinden asla bi'farkı yok. sakinleşip, olayı başa sarıyorum.
bir gece oğulcan izmir'de evinde otururken, eski sevgilisi online olur. msn'deki fotoğrafı şahanedir, yıllar ona yaramıştır. bir an aklına geçmişte kanıtlanan tezi ''biz eski sevgiliyiz, her an sevişebiliriz'' gelir. ve bunun üzerine mesaj atar, cevap gelmez. oğulcan sinirlenir üstüne bir soru işareti gönderir, sonra ünlem ve bilumum noktalama işareti. en son çare çıkardığı o iğrenç sese rağmen titreşim gönderir. ve sanırım bu eski sevgilisi için de son nokta olur. bir anda çevrimdışı gözükür. oğulcan durumu anlar, hemen cep telefonuna sarılır ve tam bir teeanage mesajı atar. ''ha yalnız bunları aştığımızı sanıyordum, ayıp oldu be''. tabi ki cevap gelmez. sabah olur, oğulcan sapık gibi msn'ini kontrol eder, çevrimdışı çevrimdışı. sonuç ego yerle yeksan.
bazen egomuzun zedelenmesi için bizzat çaba harcadığımızı düşünüyorum. ben bunu çok sık yapıyorum mesela. abi bırak, izmirde olduğunu biliyor, çok isterse senle görüşmek arar zaten di mi kendisi. ama yoook, illa direticek, illa bi'harekete geçecek. böyle sonuçlar müstahak bana. halbuki tam tersi bu izmir molası egomu yeniden yükseltmem içindi son gününde gayet başa döndüm. bu olayı al, ortaokula giden bir çocugun blog'una koy, hiç yadırganmaz, cuk oturur. geldim 21 yaşıma, ne msn'i, ne engellenmesi! kızıyorum kendime.
istanbul'a gitmek istiyorum. okula, derslere. film çekelim istiyorum. gezelim. konserler, festivaller. tünel'i özledim. her ne kadar sevmesem de istanbul'da başka bir kaçış noktası. her yerden de kaçıyoruz, o ayrı mesele. bazen kim olduğumu, hayallerimi, hayatta nereye gelmek istediğimi unutuyorum. gerçekten basit insanların götünü kaldırıp, egomu huzurlarına sunuyorum. onlara yüksek sesle ''kıçım'' diyor, kendimi daha iyi hissediyor, yoluma devam ediyorum.
ve
kendime layık olmaya söz veriyorum.
written by oğul. an: 14:24 6 reaksiyon
ctrl+alt+del
23 Nisan 2009 Perşembe
İyi oldu iyi. Biliyordum ben İzmir'in bana iyi geleceğini. Her ne kadar İzmir umduğum bahar havasını taşımasa da, ruhu yetti kendime gelmeme. İçine virüs girmiş, hiç bir programı doğru düzgün çalışmayan bir bilgisayar gibiydim. Kilitlenmişti hepsi,ne yeni bir program açabiliyordum ne de eski açtıklarımı kapayabiliyordum. İzmir'e kaçış güzel bir 'reset' oldu. Yeniden başlattım kendimi, eski dosyalar hala orda ama en azından kitlenmiyorlar şimdilik. Arada bir yapmak lazım, kaçmak lazım.
İnsan yeniden başlatınca kendini herşeye daha bi'hazır hissediyor kendini. Enerjim yerinde, umudum sonsuz, hırsım ebedi... Oyuna devam-biz hiç yorulmadık.
written by oğul. an: 03:32 0 reaksiyon
cümle içinde kullan: izmir
kıçım
22 Nisan 2009 Çarşamba
kesinlikle bu sene lugatımıza eklenen en güzel, en özlü söz. iyelik eki almış bir kaba et bu kadar mı güzel anlatır ifade edilemeyen o duyguları/düşünceleri. özünde 'sen kimsin' sözde sorusunu soruyor, üstüne bir de inceden dalga geçiyor. ayrıca 'ç' harfinin varlığı nedeniyle pek şirin telaffuz ediliyor. şöyle bir özelliği de var bu sözün: biri için sarf ettiğiniz anda o kişiye olan bütün siniriniz/nefretiniz/ezikliğiniz yok oluyor. kıçım diyorsunuz ve pek şen hayatınıza devam ediyorsunuz, o kişi/kişiler zerre kadar umrunuzda olmuyor. böyle de bir gücü var. çok rahatlıyor, kendinizi en üst görüyorsunuz. bir kelime ile ego savaşından galip ayrılıyorsunuz. (en azından kendi cephenizde bu böyle biliniyor) çok sihirli, çok anlamlı bir sözcük. seviyorum çok.
written by oğul. an: 01:45 1 reaksiyon
hepsi çocuğum gibi, ayırt edemem ki !
12 Nisan 2009 Pazar
uzun bir aradan sonra ilk defa çekeceğim film için heyecanlıyım. bu bana pek fazla olmuyor. sinema-tv okuduğuma ben bile inanmazken, bir kısa film çekeceğim için heyecanlanmak garibime gidiyor. ama heyecanlıyım işte. az önce başrol oyuncumla konuştum ve onunla bir çalışma takvimi çıkardık. spring break'te ayrıntıları belirleyip yakında bu takvimi, filmde görev almak isteyen arkadaşlarıma dağıtacağım-ki insanlar ona göre kendilerini ayarlasınlar. okulun son ayına tekabul edecek, atıf'ın final ödevi, tuna'nın sınavıydı derken yogun haftalar olacak. ama bir şekilde altından kalkıcaz evelallah. neden bilmem o kadar gazım ki, yazın da bir şeyler çekip, Prag'a ellerim dolu gitmek istiyorum. ama bu doluluğun niteliği de önemli tabi. ama içime sinmeyen bi'fikri gerçeğe dönüştürmeme konusunda pek bi tecrübeliyim zaten ben.
27 nisanda sayın yardımcı yönetmen aylin durmaz ile birlikte mekan araştırmaları yapmaya başlıyoruz. zira 7 tane mekan var. ve bu sefer aldım elime kamerayı, koştum cihangir semalarında olmayacak. bana öyle geliyor ki ortaya sevimli ve şeker bir iş çıkacak.cıvıl cıvıl tam bir bahar filmi! ben ki film çekmeye öyle pek hevesli biri değilim, bu sefer çenem düşüyor, içim kıpır kıpır oluyor. umarım içimdeki heyecan kadar güzel bir kısa film olur. bakalım!?
written by oğul. an: 20:05 4 reaksiyon
bu su durdu
2 Nisan 2009 Perşembe
anılarıma ihanet edilmiş gibi hissediyorum. hesap sormak istiyorum ama muhatabım olması gereken insanlar gülben ergen ve bülent ortaçgil olunca, bu iş zor yonca çalıyor kulağıma. nasıl, nasıl, nasıl ? gülben ergen denilen kadın, benim ve bir çok insanın en özel/güzel anlarına tanıklık etmiş ''Bu su hiç durmaz''ı söylemeye kalkışabilir. O şarkı ki, benim kendi çapımda yaşadığım ilk aşkımın soundtrack'iydi. fengshui esintili odamın penceresinde böğüre böğüre 'sen hep kendine önlemler aldın...' diye başlar, onun da bu ilişkide birşeyler yaptığına ikna etmeye çalışırdım kendimi. önlem alması sevindirici bir şey değildi kuşkusuz ama en azından bir şey yapıyordu diye kandırıyordum kendimi. ben kendime zaten yasaklar koyuyordum. önümüzdeki barajları bir bir aştığıma/aştığımıza da inanmaktaydım. suyun durdugunu kabullenmeme isteğindeydim nicedir ama gülben ergen denilen kadın yüzünden farkettim ki bu su durdu. iki koldan üzüldüm, ne yalan.
kol1/ ben artık büyüdüm. tek başıma iki kişilik duygular yaşamayacak kadar büyüdüm. geçmişi boşa yaşanmamış hatırlamak için şimdiki zamanda yapılan fedakarlıklar saçmaymış. durdum. şimdi hem geçmişi iyi hatırlıyorum, hem de bügün geçmiş için bir şeyler yapma telaşından çok uzaktayım.
kol2/ ben aslında ortaçgil'e kızıyorum. nasıl o güzel şarkısını o kadının ağzından dinleyebiliyor? yıllarca o kadar idealist tutum sergile sonra git en özel şarkılarından birini sürekli sınıf atlama çabasında olan şirinlik(!) muskası eski bir porno oyuncusuna ver. eyvallah insanlar kendini geliştirebilir, hatta değişebilir. ama 'bu su hiç durmaz'ı söylemeye cüret etmek, bu kadar kolay mıdır ya? ha bi'de albüm kapak fotoğrafında koltukta bir gitar, elinde kahve ile görüyoruz. ha şimdi oldu işte, şimdi gerçekten entellektüellere hitap eden 'akustik' şarkılar söyleyip zuhal olcay mertebesine ulaştın gülbencim. yakında şimdilik sadece koltukta duran o gitarı eline alıp, indie-pop yapmandan korkuyorum. yok yok ama ben en çok ortaçgile kızıyorum. değirmenler'i ferhat göçer'e, pencere önü çiçeği'ni ebru gündeş'e verirse bu şen tablo tamamlanır kanımca.
written by oğul. an: 20:04 4 reaksiyon
bi'fotoğraf çekinebilir miyiz
30 Mart 2009 Pazartesi
bi'zamanlar biz mac'le sadece fotoğraf çekilebiliniyor sanıyorduk. bu yüzden yeliz'in bıktım sizden bakışlarına rağmen saatlerimizi onun başında poz vererek geçiriyorduk.
şimdi olsa utanırım lan : )
written by oğul. an: 21:12 1 reaksiyon
kürkçü dükkanının terası
yurdun terasına çıktım bu akşam uzun bir aradan sonra. eski evim gözüküyor burdan, ama hiç içim acımıyor nedense. tam anlamıyla sevgilisinden ayrılmış biri gibiyim. onu görüyor, düşünüyor, ama özlemiyorum. çünkü küçüklüğümden beri kendime bunu öğretiyorum:yeni maceraların başlaması için diğerlerinin bitmesi gerek. rafineri için de aynı şey geçerli. kesinlikle nefretle ayrılmış birbirleriyle asla konuşmayan iki sevgili gibiyiz rafineriyle. oysa ki ilk başta güvenli bir kucak gibiydi, ne zaman acıksak oraya koşardık. nerde yemek yiyelim sorusunun cevabı hep belliydi zaten. ama artık öyle değil. değişen garsonlar, pahalılaşan yemekler o kadar soğuttuki bizi huzur veren rafineri kasvet ve mutsuzluk verir oldu. biz de başka denizlere açıldık. tekinsiz, çekinceli kafelerde bilmediğimiz menülerde boşluklara düştük. çoğu zaman yanlış tercihler yaptık, mutsuz olduk. rafineri aklımızdan geçse de, asla oraya bir daha gitmeyi düşünmedik. çok tuhaf! en yakınken en uzak. belki bir gün beş çayına gideriz.
evim için durum birazcık farklı tabi. ondan daha seviyeli bi'şekilde ilşkimizi sonlandırmışım gibi hissediyorum ama pratikte tam tersi aslında. önünden geçtim geçen akşam, ışık yanmıyordu. benden sonra başkasını bulamadı diye sevindim bi an ama sonra geçti. yeniden içinde olmayı istemedim. o ev yaşanıldığı yıllarda güzeldi.
tutkulu ilişkisinden ayrılıp en eski ama en huzurlu eski sevgilisine dönmüş insanlar beni anlar. tuhaf bir şekilde kürkçü dükkanında işler fena değil. aylinsu ve cansu'nun varlığının katkısı yadsınamaz tabi ama en eskisigi kasvet vermiyor bana. ama yinede yakında gönlümü taş gibi 20 metrekarelik bir çek'e kaptırıp en eski sevgilim yurtsu'yu aldatacağım. sonrası allah kerim.
written by oğul. an: 20:00 2 reaksiyon
update yourself beybi
14 Mart 2009 Cumartesi
kısmen zorunluluktan, kısmen tercihen bu haftasonum bomboştu. oysa ki ışıl'larda toplanma mis gibi olacaktı, başka bir zamana artık. bende kendimi hayata/gündeme/olaylara karşı güncelleme ihtiyacı hissettim. bu boşluğu böyle değerlendirmek akıllıca olacaktı. mamafih önce kendi içimdeki boşluğa ulaşmalıydım. ilk başta bunun yıllar önce bıraktığım bir alışkanlık olan 'kitap okuma' eylemi olduğunu düşündüm. bu yüzden elif şafak'ın son kitabını edindim. daha önce sadece 'araf'ı okumama rağmen, sanki bütün kitaplarını okumuş bir edayla ''elif şafak mı ? aman tanrım! çok severim ama uslubu ne bileyim biraz kekremsi bir tat bırakıyor ruhumda'' tarzındaki akla ziyan yorumlarda bulunmam gerçekten beni bile şaşırtıyordu. bir kitabı elime almayı, kitabın beni içine almayalı epey zaman olmuş. her ne kadar konu ilgimi çekse de son 9 saattir gayet okumuyorum. onun yerine kıdemli dostlar facebook,ekşisözlük,youtube gibi sitelerde vakit değelendiriyorum(!).
eski alışkanlıkları yeniden kazanmak mümkün mü, yoksa onlar artık aldıkları eski sıfatına yakışmak için artık tamamen geçmişte mi yaşamaktalar? carrie yanımda olsa da bir episode çeksek kendisi ile.
gördüm ki; ıh-ıh kitap okumak değilmiş bende ki bu eksiklik. aşk mı acaba dedim, yok o asla değil. hiçbir zaman eksikliğini hissetmeyecek miyim acaba diye düşündüm, belki yaşlanınca ama şimdi değil. Akşama doğru tek başına odada otururken ve gayet iç huzurumla beraber müzik dinlerken buldum, yine buldum, bir kez daha buldum. içimdeki boşluğun adu üretmemek. illa film çekmemek değil, o da var tabi ama genel anlamda üretmemek. birşeyler yazmamak, çekmemek, oynamamak, söylememek, düşünmemek. zaten bildiğim bir şeyi bu sefer kesin delillerle gözümün içine sokuyorum. bunu anlamamı kolaylaştıran nil karaibrahimgil'in babasına da çok teşekkür ediyorum. hani olurda bir gün sanatçı falan olursam (bkz.sanatçı falan olmak) sırf bu özelliğim yüzünden olabilirm bence. üretemeyince kendimi çok huzursuz hissediyorum azizim öyle mi paşam, o zaman başla, bir yerden başla. kahretsin ki biliyorum kendimi içime sinen bir şey olmayınca da güzel popomu asla kaldırmıyorum. ama fazla vaktim kalmadı. soru işaretlerim bir bir noktalara dönüşürken benim de öne sürecek bahanelerim yavaş yavaş yok oluyor.
seyrimi cidden merak ediyorum.
written by oğul. an: 22:30 2 reaksiyon
zaman aşımı
10 Mart 2009 Salı
gördüm/konuştum/beraber gördüm/beraber konuştuk
ıhh ıhh çok bişi olmadı. sayısal verilerle ifade edecek olursak
%10'luk bi'kısım kalmış. ama o da biter bi'kaç hafta içinde
bütün bu değişimlerimin tek bir ifadesi var
'duygularım zaman aşımına uğradı'
oysa baya esaslı olabilirlerdi büyütülselerdi,
vardı yani öyle bi'potansiyelleri
ama tek başıma yapamam artık
başka zamana artık
olsa güzel olurdu ya
neyse
written by oğul. an: 21:48 0 reaksiyon
bilinç akışı vol.2
7 Şubat 2009 Cumartesi
coldplay dinledim
aklıma geldi
özledim
özlemek fiili
o ve ben özneleri
bir araya gelip asla bir cümle oluşturamayız
işte bu yüzden
tek kelimelik bir cümle olmaya mahkum 'özledim'
bir ay olmuş
neler yaptı acaba
uludağ'da kayak ?
paris'e seyahat ?
istediğimiz zaman bir insanın hayatını izleyemediğimiz sürece
teknoloji yeteri kadar gelişmemiştir
bu bir ay içinde hala aklıma geliyorsa
ben de yeteri kadar gelişememişim.
written by oğul. an: 03:29 0 reaksiyon
yapımcılardan resmi açıklama
4 Şubat 2009 Çarşamba
Dünyayı saran ekonomik kriz nedeniyle Homeless'ın 3. sezon bölümlerinin çekimi bilinmeyen bir tarihe ertelenmiştir. Zira Homeless'ı çekecek bi'mekan bir türlü bulunamamaktadır. Önceleri kalmak için düşünülen Chillout Hostel artık hostel olmaktan vazgeçmiş, hayatına bir apartman olarak devam etme kararı almıştır. Ayrıca Bilgi Üniversitesi'nin yurdu 16 kişilik odasının kapılarını bile ''Homeless'' için açmamıştır. Yapımcıların aklında bazı alternatifler canlansa da nihai karar verilinceye kadar Homeless'ın 3. sezonu başlamayacaktır. O zamana kadar sezon 1'in tekrar bölümleri gösterilecektir. Siz dizinin takipçilerinden hayır duanızı eksik etmemenizi istiyor, en azından bu dönemlik şu ''homeless''a bir ''home'' diliyoruz.
written by oğul. an: 04:03 0 reaksiyon
cümle içinde kullan: homeless
izmir
29 Ocak 2009 Perşembe
bu gelişimde izmir'e aşık oldum. ne cemal süreyya'nın yazdıklarını okuduğumdan, ne de en çocuksu aşklarımı yaşadığım halleri hatırladığımdan. bu sefer tamamen izmir'in kendisine aşık oldum. basitliğine, huzuruna, naifliğine. sade ve vurucu cümleler gibi içime işledi. bir kez daha mutlu oldum izmir'de doğmaktan, izmir'de büyümekten, ilk aşkımı izmir'in huzurunda yaşamaktan. ama bu sevgi asla sonsuza dek burda yaşama isteğini barındırmıyor, daha başka bir şey. hayatımın bu bölümü gayet güzel yaşandı ve bir daha yaşamaya gerek yok. artık bambaşka şehirlerde, bambaşka hayaller, oğullar büyütücem. ama yine de geriye dönüp baktıgımda izmir'e kaçma lüksümün olması güzel bir şey. bu seferki izmir seyahatim gerçekten kaçıştı. istanbuldan, sorunlu ev arkadaşlarından, sonradan görme ev sahiplerinden, bu akşam nerde kalsam sorusundan, yourucu final haftasından, hırslardan, olamayışlardan, kendini aşk sanan duygularımdan....kaçtım. hem de doğru yere. annemin çok güzel yemekler yaptığı, babamla keyifli sohbetlerin olduğu, göksan'ın kocaman adam olduğu, melis'in kardeşten öte hissedildiği, ama en önemlisi huzurun başrolde olduğu bir yerdeyim, evimdeyim. 18 yaşında öss ile kaçmaya çalıştığım, bayramlarda onun yerine istanbul'u tercih ettiğim evimdeyim. ama yine dönucem istanbul'a sonra başka şehirlere. tuhaf ama izmir bu kadar güzel olunca izmir'den dönmek ayrı bir güzel.
written by oğul. an: 16:53 0 reaksiyon
cümle içinde kullan: izmir
kehanet
23 Ocak 2009 Cuma
bi'gün yolumuz kesişicek. hiçbir şeye dayanmıyor bu tezim, sadece hissediyorum. geldiğinde ömründeki en büyük aşkı zaten yaşamış olacaksın, üstüne gelen hiçbir insan onun gibi olmayacak. ben de. ama bambaşka bir şey olacak. içinde bulunduğu ilişkiyi diğer ilişkilerden daha başka daha özel daha farklı sanan insanlar gibi olucam. işin güzeli buna seni de inandırıcam.ama şimdi değil. daha zamanı var. daha büyücem, çok büyücem ben.
written by oğul. an: 07:01 3 reaksiyon
homeless
11 Ocak 2009 Pazar
Heyecan, entrika, tutku, yürekleri hoplatacak destansı bir aşk hikayesi: HOMELESS
Sezon 1'in bölüm özetleri, Sezon 2'nin en son gelişmeleri ile çok yakında bu sayfalarda !
written by oğul. an: 22:01 1 reaksiyon
ödülcan
sevgili blog sana yazmadığım günlerde ben bir tane ödül kazandım. Crossroad Kültürlerarası Etkileşim ve Göç festivalinde 3.’lük ödülü ! Ama nasıl bir hissiyatsızlık, nasıl bir umursamazlıktır ki pek sevinemedim. Benim yerime sağolsun kızlar sevindi. Neden böyle oldu anlamadım. Filmi ben yollamadığım için mi ev konuları yüzünden aklım dolu olduğu için mi bilmem hiçbir şeyi başarmış hissinde değildim. Oysaki çok severim ödül almayı. Yaygın bir düşüncenin aksine bence katılmak değil kazanmak önemli. Bu yüzden kazanmadığım yarışmalardan kimsenin haberi yok : ) Sonuçta herkes her yarışmaya katılabilir, kazanılmadığı sürece bir anlamı yok bence. Mesela 3. olduğum açıklanmadan önce Aylin'e, ay çok saçma 3. olacağıma hiç olmam daha iyi diye bir açıklama yaptıktan sonra adım anons edildi. Bu bi'işaret! O an pek sevinmedim ama şimdi fotograflara bakınca iyiki olmuş diyorum. Ödülden daha çok sevindiğim şeyse, Atilla Dorsay'ın benimle konuşması oldu. Çok güzel şeyler söyledi. Filmin kendi favorilerinin arasında olduğunu söyledi. Burda da anlaşıldı ki yine yine hakkım yendi amsterdamda olduğu gibi . politik oyunlar bunlar ! : ) şaka bir yana bol ödüllü bir hayat beni bekler umarım, seviyorum ya. ama umarım aylin gibi cansu gibi merve gibi arkadaşlarım da benim yanımda olur ödül alırken, çünkü arkadaşlarla herşey daha güzel.
written by oğul. an: 21:34 0 reaksiyon
bu gece son
10 Ocak 2009 Cumartesi
dün gece kaçak olarak eski evimde kaldım çünkü gece 4'te babaannemlere dönmek zor geldi.koltuk minderlerinden yatak yaptım. elektrik yoktu, doğazgaz da yoktu.üşüdüm, çok üşüdüm. e tuhaf geldi tabi aylarca özgürce ''yuva''m dediğim yerde gizlice kalmak. the others'taki nicole kidman olmaktan korkuyorum ben. çocuklarımı yanıma alıp ''hiçbir yere gitmiyoruz'' repliği patlatmam an meselesi. evin yeni sahipleri gelse de ben anahtarımla kapıyı açıp gayet ''siz takılın rahatsız olmayın ben şöyle minderleri birleştirir yatarım, şimdi zor geldi taksim'den dönmek'' diyebilecek bir halim var. ama yok olmaz çok soğuktu ya. zaten tahminimden daha kolay oluyor eski evimle bağlarımı koparmak. o bağların nasıl oluştuğunu bana nelere mal olduğunu bir ara anlatıcam. ama şimdilik evim bavulum-ya da sırt çantam diyeyim daha bi'özgür ruh timsali- Hayat nereye git derse, gitmeye hazırım ama bir güzellik yapıp yolun Prag'a düştü derse o zaman o hayata taparım!
written by oğul. an: 11:07 0 reaksiyon
cümle içinde kullan: homeless
on/offf
9 Ocak 2009 Cuma
bitti... haftalardır süren beynimi patlatan yoğunluk, ödev yetiştirme telaşı, capture edilemeyen görüntüler, bulunamayan deck'ler, bir türlü doğru alınamayan exportlar... uzun bir süre sizinle görüşemicez çocuklar!
yaklaşık yarım saat önce kurgu odasından çıktım, nedense uykum yok ve tam 1 aydır yazmaya vakit bulamadığım bloguma yazı yazma hevesiyle doluyum. bir gece okulda sabahlamayla nispeten daha çok içe sinen ödevleri olabiliyormuş insanın. okulda sabahlamanıns ahiç bu kadar keyifli olabileceğini düşünmemiştim. elbetteki çok çılgın partiler, dillere destan şölenler yaşanmadı ama, her ftv öğrencisi bir kez olsun tatmalı kurgu odalarında sabahlamayı. kapıdan çıktığında bir bakıyorsun aaa sabah olmuş bütün bir gece uyku yerine log and capture'larla geçmiş. bir daha asla son günlere bırakmıcam ödevleri desem de biliyorum herzamanki gibi yine en sona bırakıcam ilerleyen dönemlerde de. ama, tabi herşey bir yerde bitmeli tabi. yok animasyon ödeviydi, yok concept development testleri derken ambale bir beyinle bu savaştan çıktım. tuhaf bir şekilde bu savaşın faydası da olmadı değil. misal, evden çıktığımı, şu ana resmi olarak kalacak bir yerim olmadığı, ev sahibiyle ilgili sorunları, platonik boşlukları, platonik boşluktan öteye geçmeye aday duyguları... hepsini, hepsini bir kenara ittim ve yapılması gerekilen ödevlere yoğunlaştım, iyi yaptım. önümüzdeki bir hafta daha beni böyle idare eder, yok jürilerdi, film grammer sınavıydı derken yine düşünmem bunları. ama elbet bir gün beynim yoğun düşüncelerden arınacak işte o zaman dan edicek sanıyorum bazı şeyler.bu konu hakkında ayrıca içimi dökerim sevgili blog ''homeless'' başlığı altında. sabah saat 09.18 ve nihayet uykum geldi ben onu karşılamaya gidiyorum.
written by oğul. an: 09:05 0 reaksiyon